İçinde bulunduğumuz yasam küresi, sadece insanlar için değil aynı zamanda diğer tüm canlılar için de yasam kaynağıdır. Çok hassas bir denge içinde olan bu eşsiz dünyanın başka alternatifi bulunmamaktadır. Günümüze kadar doğal kaynakların bilinçsiz kullanımı ile sürekli tahrip edilmesi, özellikle çevreye duyarlı olmayan endüstrileşme, hızlı ve plansız kentleşme eğilimleri vb. nedenler, sahip olduğumuz doğal zenginliklerin hızla tahrip olmasına, hatta bazı türlerin yok olmasına neden olmaktadır. İnsanoğlu, bitmez tükenmez hırsı ve egosu nedeniyle doğal dengeyi bencil bir şekilde bozmakta, diğer canlılara yasama sansı tanımamakta ve bir yerde kendi yaşamının sonunu da kendi eliyle kolaylaştırmaktadır.

Bu yok oluş süreci, son yüzyılda yaşamı tehlikeye sokacak şekilde daha da artmaya devam etmektedir. Yeryüzündeki canlı türleri teknoloji çağından önceki dönemlere göre 1000 kat daha hızlı azalmaktadır. Küresel ısınma hızla devam etmektedir. Yaşamın temel kaynağı olan, suyun, havanın ve toprağın kalitesi ve miktarı her geçen gün azalmaktadır. Türkiye’deki doğal bozkırlarının %95’ten fazlası yok olmuştur. Doğu Karadeniz doğal yaşlı ormanlarının %80’den fazlası kaybedilmiştir. Türkiye’deki endemik bitkilerin %30’undan fazlasının (yaklaşık 1500 tür) nesli tükenmek üzeredir. Türkiye coğrafyası, bugüne kadar pek çok doğal mirasını geri dönüşsüz olarak kaybetmiştir. Bu örneklerin sayısı çok fazla arttırılabilir fakat verilen bu örnekler bile yaşanmakta olan olumsuz süreci anlatmaya yeterlidir.

İnsanlar, yaşanabilir bir dünya için geç olmadan bir şeyler yapmasının gerekliliğini fark ettiğinde, bu doğrultuda, ülkemiz de dahil olmak üzere bir çok ülke, doğal-kültürel ve görsel miras kaynaklarının korunması ve gelecek nesillere aktarılması yönünde çok yönlü anlaşmalar yapmakta ve önemli kararlar almaktadır. Örneğin dünya biyolojik çeşitlilik sözleşmesi kapsamında Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok ülke “sıfır yok oluşu” ulusal hedef olarak benimsemiş ve 2010 yılında biyolojik çeşitliliğin yok oluşunu büyük oranda azaltmayı hedeflemiştir. Avrupa Birliği’ne taraf ülkeler ise 2010 yılında biyolojik çeşitliliğin yok oluşunu tümüyle durdurmayı hedeflemektedir.

Ülkemizde, son yıllarda doğayı koruma yönünde önemli gelişmeler yaşanmakta ve kayda değer çabalar gerçekleşmektedir. Ülkemiz gerçekten de doğal-kültürel ve görsel miras kaynak değerleri yönünden hiç bir ülkede olmayan bir zenginliğe ve eşsiz güzelliğe sahiptir. Ancak bugüne kadar Türkiye’de 266 önemli doğa alanı tanımlanmasına (toplam 14.894.169 ha) rağmen bunu yaklaşık yüzde 80'inin henüz yasal olarak hiçbir koruma statüsü bulunmamaktadır. Yasal olarak bazı önemli doğal alanlar, 18 farklı koruma statüsüyle sözde korunabilmektedir. Hatta bazen tek bir alana birkaç koruma statüsü de verilmektedir. Bu koruma statülerinin bir kısmı ulusal mevzuatımıza göre ilan edilirken, bir kısmı da uluslararası sözleşmelere dayanarak oluşturulmaktadır.

Günümüzde, yasal olarak koruma altına alınan alanlarda, ne yazikki yasal ve yönetsel, planlama, ve uygulama, kültürel ve sosyo-ekonomik anlamda pek çok sorun yaşanmakta ve bu sorunlar giderek karmaşık bir duruma yol açmaktadır. Bireysel, toplumsal ve kurumsal anlamda yapılan iyi niyetli yaklaşımlar ve çabalar da bu sorunların çözümünde yeterli olamamaktadır.

Çevre bilinci ve koruma anlayışının oluşturulması ve Dünyanın, üzerinde yaşayan tüm türler için yaşanabilir olması (sürdürülebilir yaşam ilkesi), bunun devamlılığın sağlanması, bu konunun öneminin anlaşılması ve anlatılması yalnızca resmi sorumluluk yüklenen kurum ve kuruluşların değil, bu konunun öneminin bilincine varmış herkesin, özellikle bilim insanlarının, sivil toplum örgütlerinin ve yöre insanlarının sorumluluğundadır. Ülkemizdeki mevcut doğal, kültürel ve görsel kaynak değerlerini tam olarak tanımak, tanıtmak, ve korunmasına yönelik çalışmalar yapmak toplumdaki her kesimin görevi ve sorumluluğu olmalıdır.

Sempozyum Düzenleme Kurulu Adına
Yrd. Doç. Dr. Atila GÜL
Isparta - 2005